The Post

The Post
2017
imdb74

Her sene dev bütçeli bir amerikancık film çekiliyor. Bu bence derin devlet tarafından yaptırılıyor ve Golden Globe'da Oscar'da boy gösterttiriliyor.
Aday oluyor haber yapılıyor. Üzerine konuşuluyor.
Örneğin: Bir çocuğu vuran amerikalı askerin vicdan meselesini anlatan American Sniper filmi Oscar'da en 10 film arasında aday gösterildi.
Bazen de Oscar bu filmlere verdittirilerek Amerika gövde gösterisi yapıyor:




Son zamanlarda oscar alan amerikancık filmler:
Argo
The Hurt Locker

* Yalnız bunu Clint Eastwood gibi yönetmenlere hatta burada Spielberg'e yaptırtmalarına da şöyle bir anlam yüklüyorum... USA'da devleti çok güçlüdür. Biz her şeyi çıkarlarımıza uygun şekilde maniple edebiliriz. Korkun bizden...

* Eğer ciddi bir basın - medya eleştirisine Oscar verilseydi:
"Sen Küba'dan iki fotoğraf çek yolla ben savaşı çıkartırım" diyen Citizen Cane'e Oscar verirlerdi.
O sene "Vadim o kadar yeşildi ki" filmini Oscar'a boğmuşlardı. Ki film siyah beyaz olmasına rağmen.
(Espriyi açıkla: Filmden vadinin ne kadar yeşil olduğunu uzun zaman anlaşılamamıştır...)

* Oscar'ın ne mal olduğunu biliyorduk.  Tam bir sistem eleştirisi ve bunun yanında sinema tarihinin en iyi filmi Dövüş Kulübü'nü pas geçtiğinden demiyorum bunu. Tarihi boyunca bu haltı her yıl yeniden yineden yaptıklarından. Charlie Chaplin'e - Hitchcock'a onur ödülü vermişlerdir. Yaşları kelama erdiğinde.
Bu filmleri de ben her sene amerikancık oscar adayı filmin altına yazmaya bıkmadan usanmadan devam edeceğim.



Film koca bir yalan olduğunu gazete'nin karakter tanıtımından anlıyoruz. Efendim bunlar öyle bir muhalif gazete ki Nixon'ın kızının düğününe muhabirleri çağrılmıyor. Çünkü muhabirleri Nixon'ın kızının elbisesine "dondurma" gibi demiş miş miş.
Ba ba ba ba... Yok artık...



* Gazete sahibini oynayan, bilmem kaçıncı defa Oscar'a aday olan Streep, bu rolü ile Oscarı alırsa bu sektörün de ne kadar satılmış - ne kadar şerefsiz olduğu bir kere daha su üstüne çıkacaktır.

* Olay örgüsü de şu:
Newyork Times gayet muhalif bir gazetedir. Çatır çatır Nixon ile ilgili tüm kirli çamaşırları ortaya
döker. Amerikan tarihinde ilk defa bir gazete başkanın emriyle durdurulur. Bunu masada öğrenen Streep meslektaşını satar. Tıpkı hırsız bir muhabir yollamaları gibi Newyork Times'a etik dışı hareket ederek bunu haber olarak sunar.
 Washington Post'da ertesi gün tüm gazetelere servis edildiğini öğrendiğimiz haberi verme cesaretini gösterir. Ama buna bir saatte karar veremez. Amerikan tarihindeki yeri de Akit'in tüm medyada çıkmış tapeleri yayınlaması şoku olarak Türkiye'leştirilebilir.

Benim anladığım bir aklama filmi. Steve Jobs belgeselleri ve filmleri de böyle. Jobs, evet bir fikir hırsızı, evet kötü bir eş ve baba, evet çalışanları ve müşterilerini çok iyi beceren bir kapitalist... Ama bir dahi... Sktr...

"BASIN YÖNETENLER İÇİN DEĞİL YÖNETİLENLER İÇİN VARDIR"
Filmin sonunda Amerika yüksek mahkemesinin aslında Newyork Times ama yanında tamamen bir oyun olduğunu düşündüğüm Washington Post'u suçsuz bulduğu metin dışında filmin kayda değer bir yanı yoktur. O da Amerika'nın özgür basına verdiği değeri anlatan eğer doğruysa hukuken başarılı bir mahkeme bildirisidir.
"HALKA YALAN SÖYLEMEK SUÇTUR"
Filmin bu ve benzeri mesajları elbette çok kayda değerdi.

Amerika'da medya bağımsız değildir.
Medya Otoriter devletlerin köle toplumlar yaratmak için kullandığı bir araçtır.
Medya'nın özgür olduğu söylenen ülkelerde bile zaman zaman manipülayonlar için kullanıldığını görüyoruz.
Medya'nın güçlülerin değil gerçeklerin sesi olması gerekir. Ama bu hiç bir zaman gerçekleşmez.
Bu film aslında ironik baktığınız da Sinema'nın da böyle olduğunu ispatlar niteliktedir.
Yoksa Meryl Streep'in oynadığı karakter her gece Bakanlara yemek partisi verecek sistem karşıtı haber yapacak. Nixon'ın kızı dondurmaya benzeyen elbise giymiş. Bu da bunların muhalif haberciliğinin tanıtımı filmde. Biz de bunu yedik...

Ha bazen "Onlar deli ne derseler desinler denilen" gruplar vardır. Türkiye'de bunu mizah dergileri yapıyor. Amerika'da ise Stand Up'çılar. Onlara izin veriyorlar çünkü kimsenin onları ciddiye alacağını düşünmüyorlar. Karikatür bu.. şaka bu diyorlar.
Yoksa bir Bill Maher'in stand uplarındaki Bush eleştirisini,
Louis C.K. 'ın kliseye giydirmelerini bir tanesi yapamaz bu sistem gazeteleri.
Loise C.K. bir skecinde klisenin kapısını çalıp ben çocuklarla yasal yollardan halvet olmak istiyorum diyor bakın:
Biraz daha uzunu:



Ülkemiz için elbette çok uç bir hikaye gibi duruyor. Üçüncü dünya ülkelerinde gazetecilerin durumu elbette çok vahim. En ufak bir şeyde gazeteye yığılan bilmem ne ocaklarının gazeteyi taşlamaları kurşunlamaları falan olağan şeyler. Ben dünya medyası açısından yorumlama çalıştım.

Ölümlü Dünya


Ölümlü Dünya
imdb:81

* Yılın en çok güldüren filmi olmaya namzet... Hani bizi bu kadar güldürebilecek bir film daha çekilebilirse... Risk alınmış ve gişe eder formüllerinin dışında klişeden uzak kaliteli bir komedi filmi çekilmiş.

* Yılın Yerli Başyapıtları arasında.
Türkiye sinemasının en iyi 100 filmi arasında şimdiden girdiğini düşünüyorum.


Yılın en iyi komedisi olabilir; Çünkü,
- Hollywood komedi filmleri son zamanlarda büyük çöküş içinde.
- Türk avam komedisi de artık o kadar güldürmüyor diye düşünüyorum.
(Avam türk komedisi yani andavalların cep doldurma derdince çektiği estetik ve mizah yoksunu filmler maalesef liseli bir tayfa ile ne yapsan tutuyor formatında. Bunlardan sinemamızı temizlemenin yolu bu ve benzeri kaliteli komedilere destek vermekle mümkün bence)
- Cem Yılmaz'ın filmi çok estetik - kaliteli - büyük emek verilmiş ama komedisi ve senaryo akışı açısından zayıftı. Arif Işık tipik bir yerli komedi karakteri. Cem Yılmaz başroldeki tipi konusunda zaten çok risk alan biri değil. Türk uzaya giderse - Türk eski çağa giderse...

Bu film bu bağlamda ilaç gibi geldi diyebilirim.




* Köklü bir organizasyona bağlı kiralık katil işi yapan ama bir kobi paravanında bunu yaparken işi de küçük bir aile şirketi otantikliğinde gerçekleştiren; yaptığı işin ciddiyeti ile mukayese ettiğinizde bu kadar gerizekalı olmalarına rağmen tesadüflerle mi ayakta kalmış bunlar dediğiniz; bir grubun kendilerini görevlendiren iş veren bin yıllık üst akıla ait tepedeki adamlarla imtihanı diyebiliriz,
Bu film için.

* Yani teşbihte hata olmaz DALTONLAR gibiler. Yalnız burada beyin aile reisi biraz daha sakin....

* Bu tür merkez teşkilatıyla mücadeleye girişen kişi ve grupların filmlerine bakarsanız:
John Wick - Josen Bourne - James Bond - Ethan Hunt (Mission imposible) ya da Liam Neeson'ın Jason Statham gibi adamların filmlerinde görüyoruz ki teşkilatla mücadele edenler gayet yetenekli - zeki ve işbilir tipler oluyor. Bizimkiler yukarıda bahsettiğim gibi gerizekalı olmasalarda bunların yanında pejmürde durduğundan dolayı bu filmin bu ve benzeri filmlerin bir PARODİ'si olduğunu düşünüyorum. Türk bir aileyi böyle kendi suç örgütü ile mücadelesi komedisi diyebiliriz yani filme.

Filmin müzikleri seyirciye yabancı olmayan şarkılardan seçilmiş ve sahnelere cuk oturtulmuş ya da oturmuş diyebilirim.

Türk Sineması Altın çağındaki kalıba yavaş yavaş dönüş yapmakta.
- ARZU filmin iz düşümü BKM
- Kemal Sunal filmleri bugünün Recep İvedik filmleri
- Zeki Alasya - Metin Akpınar 'ın yerini Ahmet Kurap - Murat Cemcir
Bir tane eksik vardı. Ertem Eğilmez'in bir çok komiği iyi harmanladığı - Senaryolarını Sadık Şendil - Yavuz Turgul gibi üstatlarla ve oyuncuların katkıları ile oluşturulmuş Ertem Eğilmez filmleri tadında bir ekip komedi sineması.

Ölümlü Dünya filmi de zaten "Köyden indim şehire" filmindeki Zeki Alasya'nın altınları sayarken bizi komaya sokan "Himmet Abeey" ile başlayan diyaloglar bütününü hatırlatan ya da o tatta bir ceset sayma sahnesi ile güldürmeye başlıyor.
BKNZ

Film Guy Ritchie konseptinde Tarantino diyaloglarına benzer diyaloglara sahip absürt komedi denilen bir aksiyon komedi filmi.
(Filmin aksiyon sahneleri çok başarılı konuyu açmışken söyleyeyim.)

Filmde bir kaç kişi orijinal mizahını beyazperdeye taşımış. Bunlardan biri Feyyaz Yiğit.
Feyyaz Yiğit Okan Bayülgen'in programında "Lost Bozdu. Öyle böyle değil çok bozdu" şeklinde uzun ve gereksiz kelimelerle bezenmiş anlatımını bu filme de çok güzel kullanmış. Her türlü beceriksizlik ve gereksizliğine rağmen sık sık söz alıp hata üstüne hata yapıyor.
Feyyaz Yiğit'in meşhur "Lost çok bozdu" konuşması.





Aziz Kedi zaten çok yetenekli bir eksi yazarıydı. O da Eksi mizahını çok iyi taşımış filme. O da senaristlerden. Kendisi Ekşi dergiyi tek başına çıkarmıştı. Aziz Kedi'yi de Ted X konuşmasından kendisini ve üslubunu çok iyi anlayabiliriz. BKNZ

Burada bizi çok gülderen eksi sözlük mizahına yakın mizah olarak:
Feyyaz'ın lokantanın WiFi şifresini Mr Stolk'a verdiği sahneyi örnek gösterebiliriz.
Sessiz dili ile yapılan tartışma dada Eksi mizahının absürtlüğü varmış gibi...

Stupidy mizahda Kemal Sunal - Şahan Gökbakar tadında Doğu Demirkol çok iyi çıkarmış. Ve tabi rol alabilme babında Alper KUL'un da (ki ben Kemal Sunal gibi bu adam iyi bir ekibin içinde çok iyi kendi başrol olunca sıçıp sıvıyor) çok güldürdü. Film ciddi bir teşkilatın sıradan küçük ölçekli kobi işleten kalabalık aile formatına oturtturulması - Ciddiyet ve salaklık arasındaki dengesizlik üzerine inşa edilmiş.

Mizahın matematiğinde bu toprakların keşfettiği Pişekar - Kavuklu dengesinde Pişakar yani ciddi adam dengesini de başta Ahmet Mümtaz Taylan ve bu oyuncuların dışındaki yan rolleri oynayanlar ki en başta Semaver Kumpanyadan biri ile start almışlar (Doğum günü partisinin Kahya'sı) ... Kız isteme sahnesindeki BABA... Merkez teşkilattan gelen Müfettiş... vb.

Beni gülme krizine sokan sahneler:
Seyyal Taner - Bedüş - Drakula - Kelebek...
Mervemermermervemermermervemermer
(yenge paraların üstüne yatmış abi)
Palto giyme sahnesi

Diyaloglar harika
Aksiyon sahneleri sırıtmıyor
Orijinal bir mizah var
Eh kahkaha da attırıyor...

Daha da zorlama işte film olmuş. Bence güldürüyor izleyin izlettirin. NET... Nokta..



Dip Not:
Luc Besson'un The Family filminde denemek istediğini bu film başarıyor.
Hem de çok daha küçük bir bütçeyle... Kat be kat daha komik mafya aile komedisi yapmışlar...

Mafya komedileri arasında Stallone'nin OSCAR filmini beğenirim. Aynı kefeye konmasa da mafya aile komedisi babında benzerlik içeriyor.

Umuda Yolculuk - Reise Der Hoffnung




Reise Der Hoffnung
Umuda Yolculuk
Journey Of Hope
imdb76 - 1990

Yabancı Dil Oscar'ını alan ilk Yerli Film
Filmin %90'ı Türkçe
Filmin %90 oyuncuları Türkiye'den
Filmin senaryosu
"Uçurtmayı da vurmasınlar" filminin senaryosunu yazan
Feride Çiçekoğlu...
Yılmaz Güney'in Yol filmi gibi Umuda Yolculuk filminin de Türkiye'deki çekimleri Şerif Gören'in Prodüksiyonunda gerçekleşmiş.
Filmin çok büyük bir kısmı Türkiye'de geçiyor ve Türkiye'de geçen kısımlarını Şerif Gören'in yönetiminin çok büyük katkıları var.
Filmin en estetik görüntüleri Türkiye çekimlerinde...
Filmin imdb'sinde bile İsviçre - Türkiye - Fransa ve İngiltere olarak hangi ülkeye ait olduğunu bu filmin sıralamış. Fransa ve İngiltere sadece yapıma para desteği verdiğine göre bu bir İsviçre ile Türkiye filmidir. Ve Türkiye bir yabancı dil Oscar'ı almıştır.

Oscar töreninde bu acıyı yaşayan aileye ve özellikle İsviçre'de hayatını kaybeden Mehmet Ali'ye ödülü adamıştır.

BURADA VİDEOSU VAR






Her sene Oscar'a giden gidecek film gündeme geldiğinde ya da Türkiye'de geçen bir film Oscar'a
aday olduğunda sosyal medyada tartışmalar başlıyor.
Örneğin bu sene Ayla filmi daha ön adaylar açıklanmadan direk Oscar en iyi dilde yabancı film adayı olduğu duyurmuştu. Halbuki bu yıl Altın Küre alan Fatih Akın'ın filmi Aus Dem Nichts - In the Fade yani Paramparça ön aday olmasına rağmen Oscar Adayı olamadı. Filmin afişinde Türkiye adayı değil direk Oscar adayı yazmak ve ticari bir yalan söylemek de Ayla filmine nasip oldu. Halbuki filmde sağlam bir Amerikancık sahneler de mevcuttu. Hay Allah!... Gene de ben Ayla filmini beğendim. 2016 yılı Oscar Adayı olan Fransa'da yaşayan yönetmenimiz Deniz Gamze Ergüven'in Mustang'ı da yukarıdaki analize benzer bir analiz ile Türkiye - Fransa - Almanya - Katar ülkelerine ait olduğu ve filmin tamamı Türkiye'de ve Türkçe olmasından ötürü bir Türkiye filmi olarak Oscar'a aday olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu sefer Yönetmen de Türkiye'den...






Oscar'a aday adayı olarak gösterilen Türkiye'den filmler şunlar:
1964 - Susuz Yaz (Ki o sene Altın Ayı'yı kazandı)
1989 - Uçurtmayı Vurmasınlar (Ki en iyi yabancı dil Oscar'ını alan bu filmin senaristi)
1992 - Piano Piano Bacaksız (Ki bu filmin en önemli karakterini oynayan çocuk oyuncu başrolde)
1993 - Mavi Sürgün 1994 - Manisa Tarzanı 1997 - Eşkiya 1999 - Salkım Hanımın Taneleri
2000 - Kaç Para Kaç 2001 - Büyük adam küçük aşk 2002 - 9 2003- Uzak 2005 - Gönül Yarası
2006 - Dondurmam Gaymak 2007 - Takva
2008 önemli... Üç Maymun filmi eğer Türkiye filmi olarak geçiyorsa tek aday adaylıktan son beşe indirgenmeden önceki 9 film arasına girebildi. Bu filmi Türkiye'nin filmi olarak görmeyenler için Oscar'a en çok yaklaşan film Üç Maymun'dur.
2009 - Güneşi Gördüm 2010 - Bal 2011 - Bir Zamanlar Anadolu'da
2012 - Ateşin Düştüğü Yer 2013 - Kelebeğin Rüyası 2014 - Kış Uykusu 2015 - Sivas
2016 - Kalandar Soğuğu 2017 - Ayla




Nur Sürer bu konuda serzenişte bulunmuş bir röportajında:
Kaynak:
http://www.zorunlusahne.com/oscar-umuda-yolculuk-ve-nur-surer/

Soru:
Bu ülkenin bir hikâyesi, bu ülkenin oyuncularıyla Oscar alıyor ama bırakın resmî yapıyı, sinema çevreleri bile bu başarıyı sahiplenmedi. Bunu nasıl açıklarsınız?
Nur Sürer:
O dönem epey ses getirmişti. Belki Oscar bu denli yer de bulmuyordu toplumda. Sonrası malum; hafıza sorunu. Sinemacılar bile konuştuklarında “Ah! Bir Oscar alan filmimiz olmadı.” diyor.

Umuda Yolculuk muhteşem bir film. Filmin en önemli oyuncusu Mehmet Ali'yi canlandıran Emin Sivas çocuk karakteri bir çocuk oyuncu olarak çok iyi canlandırmış. Daha sonra Piano Piano Bacaksız filminde de çok başarılı oynayan oyuncu:
http://eminsivas.blogspot.com.tr/ bu filmindeki başarılı performansı ile umut vaat eden oyuncu ödülüne layık görülmüş.



Filmde başlarda umut dolu buhulu gözler zamanla yerini karamsar düşüncelerin yol açtığı korku dolu bakışlara dönüştüğünü görüyoruz. Filmin ilk yarısında (ki Reprodüksiyonu Şerif Gören'e ait olan kısım bu)  görüntü yönetmeni bazen bir Gökkuşağı ile bazen sıcak aile buluşmaları ile umudu beyaz perdeye çok güzel aktarmış....

Ben Türkiye prodüksiyonunu çok daha başarılı buldum filmi. Filme sert çıkışlar da hayat vermiş. Dedenin başlarda gidişe itiraz etmesi,
"Bu ot bile çıkarken kökleri çıkıyor. İnsan kökünden toprağından kaçamaz oğul..."
Ananın kararsızlığı, git geller, söylenen fiyatların hep katlayarak artması...
Film odağında Aile reisini tutsa da filmin en önemli karakteri çocuk... Çocuğun karakteri çok güzel dantel gibi işlenmiş...  Onula ilgili planlarda meraklı, uyanık, zeki biri olduğunu anlıyoruz.  Hatta böyle olduğu için kardeşlerinin de ileride hayatını kurtaracak olarak onu seçip yanlarında götürüyorlar.



Bir de ülke insanının hikayelerinde kaybeden kazık yiyen yoktur. En ucuza arabayı o almıştır örneğin. Bu konularda yalan söylemeyi de çok severiz. Amca oğlunun isviçre'den yolladığı mektup bu bağlamda çok değerli. Filmin ancak sonunda anlıyoruz. Amca oğlu ne iş bulmuş ne de oradaki yaşam mükemmelmiş...  Ama iş işten geçmiş oluyor. Hep bir kaçırılmışlık kaybedilmişlik hikayeleri ile yoğrulan Haydar acaba ben de elimdeki fırsatı tepiyor muyum algısı ile ölümüne bir yola girmesi belki de bu yüzden.


Norveç'e gidip de yüzlerce Siyasal İslam'a oy veren ve buradan bir türlü anlayamadığımız dincileri de bu film sayesinde az buçuk tanıyoruz. Bir röportajda bunlar şöyle cevap vermişlerdi: 
- Türkiye'de neden siyasal islamı destekliyorsunuz bir Avrupa ülkesinde yaşarken. 
- Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'ne Şeriatı getirecek dinimizin emrettiği gibi...
- Siz de dönecek misiniz o zaman Türkiye'ye?
- Yok biz Şeriatta yapamayız...


Film önemli bir insanlık dramını gerçek insan sorununu gerçek bir hikaye üzerinden masaya yatırmış Yüzlerce benzerlerini bize hatırlatmış. O zamanki Avrupa'ya çalışmak için Türkiye'den gidenlere karşı Avrupa'lının empati kurması için Oscarlık bir film çekmiş.

Flmin Türkiye'de devlet tarafından yüceltilmemesinin ya da halka ulaştırılmamasının iyi bir PR çalışmasının yapılmamasının sebeplerini anlamak güç. Film gerçek bir hikayeden alınmış ama suç cahilliğin ta kendisi. Ve insanımızın hataları üzerinden anlatılıyor pek çok kısmı. Onlara çocukları götüremezsiniz demelerine rağmen pasaport almadan çocuğu da yanlarında götürmeleri bir hata...

Filmin devleti eleştiren belki de tek yeri insan simsarının devleti temsilen sembolik olarak belki de Polise: "Tek tek herkes terk ediyor memleketi - yönetecek kimse bulamayacaksınız" lafı olabilir. O da dediğim gibi çok sembolik olmuş.
Zamanında bir gazetede film için:
“Zavallı sefil üçüncü dünya ve onun biricik kurtuluş umudu olan batı” demiş.
 Belki de negatif propagandalar Oscar almasına rağmen filmin günümüzde bilinirliliğini negatif etkilemiş.

Peki biz SUriye'den zorunlu göçenleri anlatacak
Türkiye'de yaşayanlara Suriye'liler için bir empati oluşturabilecek
Oscarlık bir film yapma konusunda bir şeyler üretebilir miyiz?
Bu kapasitemiz var mı?
Bence Oscar'dan daha önemli bunu tartışabilmek...