Shatranj Ke Khilari - The Chess Players

Satrancın anavatanı Hindistan'da geçen filmin iki ekseni var. Birincisi satranç meraklısı iki beyzadenin yaşadıkları. Diğeri ise, bu iki beyzadenin de içinde yaşadığı ve Hindistan'ın bağımsızlığı en son yitiren birkaç şehrinden biri olan Aud yöneticisi Vacid Ali Şah'ın İngilizlere karşı mücadelesi.

İki beyzade sabah akşam satranç oynamaktadır. O kadar ki şehirlerinde işler hiç iyi gitmediği halde onlar satrancın başından kalkmamaktadır. Bir bakıma Züğürt Ağa'nın, işler ters gittiği halde güreş merakından vazgeçmemesi gibi.

Kentin yöneticisi Vacid Ali Şah da edebiyata, sanata çok meraklıdır. Ataları, İngilizler geldiğinde İngilizlerle işbirliği yapan ilk yöneticilerden olduğu için, İngilizler Hindistan'daki hakimiyetini sürekli genişletip Aud şehrinin etrafındaki yerleşimlerin hepsini ele geçirirken bu şehir hep huzur içinde olmuş, adeta savaşı unutmuştur.

Lakin İngilizler en sonunda, dalda kiraz gibi gördükleri Aud şehrini da bir uzanışta koparıp almaya karar verirler. Bunun üzerine Vacid Ali Şah şehri teyakkuza geçirir. Askerler ve hatta halk savaşa hazırlanır. Tüm bu seferberlik içinde dahi bizim satranççı beyzadeler Hint usulü satrançlarına devam ederler.

Bu sırada İngilizlerle kültür alışverişinde bulunmuş bir arkadaşları onlara İngilizlerin de satranç oynadığını ama kendi kurallarını koyduklarını söyler. Bunun üzerine beyzadelerden biri "İngilizler en sonunda Satranç'ı da mı sömürgeleri yaptı?" der.

*** SPOILER ALERT ***
Vacid Ali Şah bir sıcak savaşa değil önden gelen bir soğuk savaşa maruz kalır. İngilizler şehre canları istediği için değil halkın yönetimden şikayetçi olması nedeniyle girip yönetime el koyacaklarını söyler. Tabii ki bu gerçek değildir ama şah bu diplomatik savaşla karşı karşıya kalınca aslında yenilginin ne kadar kaçınılmaz olduğunu anlar. Bu his filmdeki ufak inceliklerle veriliyor. O da satranççıların yaptığını yapar ve yenilmeyi beklemektense oyunu terk eder. İngiliz valisinin temsilcisi şehre görüşmeye (pazarlığa) geldiğinde tacını kendi başından alıp ona uzatır. Bu kadarını İngiliz temsilci bile beklememektedir ve tacı kabul edemez. Vacid Ali Şah ise tarihe halkına zulmetmiş, İngilizlerle kaybedeceği bir mücadeleye girmiş vs. bir hükümdar olarak geçmektense doğrudan oyunu terk ederek şehrini ve itibarını kurtarmak için ısrar eder.



Velhasıl şehir İngilizlerin eline geçer. Beyzadeler satranç oynamaya devam edebilmek üzere ellerinde tüm imkanları terk ederler ya da kaptırırlar. En sonunda şehir yakınlarındaki bir köyde adeta satranç oynayan iki serseri gibi kalırlar. Şehrin İngilizlerin eline geçtiğinde "Şimdi ne yapacağız" sorusuna beyzadelerden biri "Artık vezir değil kraliçe diyeceğiz. Yaşasın Kraliçe" diye cevap vererek Hindistan'da kapanan bir dönemi özetler.
*** SPOILER ALERT ***

Film satrancın Hindistan'daki kökenlerine değinmesi ve verdiği (biyografik olmasa da) gerçekçi tarih bilgileri nedeniyle izlenebilir. Oyunculuklar gerçekten iyi. Beyzadelerin ve hükümdarın hali en iyisi. Öte yandan İbn-i Haldun'un "bereketlilik bir toplumu tembelleştirir, mahrumiyet öbür toplumu çalışkanlaştırır" diye özetlenebilecek sosyolojik tespitini bu filmde Hindistan ve İngilizler üzerinden filmdeki karakterler özelinde doğrulamak mümkün.

Filmde ufak bir de mantık hatası var. Satranççılardan biri atıyla şah dediğini söyler. Sıra diğerindedir. Araya birkaç sahne girer ve nihayet oyuna devam ettiğinde rakip filini oynar. Oysa atla şah çekildiğinde (Eski Hint satrancında da şimdikinde de) şahı oynamak ile atı yemek dışında bir seçenek olmaz.

Film Youtube'da baştan sona izlenebiliyor.


Film için hazırlanmış Türkçe altyazılar da internette mevcut ama maalesef benim bulabildiklerimin hiçbiri Youtube'daki filmle örtüşmüyordu. Sadece senkron meselesi değil. Türkçe altyazı yapılan film Youtube'dakinden eksik ya da fazla olsa gerek. Fakat İngilizce alt yazı mevcut.

Uzun Bir Gün

Çok başarılı olmasa da IMDB'de, internet sözlüklerinde ve sair hiçbir kaynakta adının bile geçmemesinin haksızlık olduğunu düşündüğüm film. Zira bir filmin iyi ya da kötü olması başka, yoklukla malul sayılması başka bir şey. Her şey bir yana ortada orijinal sayılabilecek ve akılda kalıcı bir hikaye ve düzgünce bir casting var: Alican Yücesoy, Cüneyt Türel, İsmail Düvenci, Betül Arım, Bengü Ergin ve Yosi Mizrahi.

Filmimiz Evliya Çelebi hakkında kısa bir biyografik bilgilendirmeyle başlıyor. Film boyunca vurgulanan ve tarihbilimi açıdan doğru olan husus şu: Evliya Çelebi'nin seyahatleri 40 yıllık yolculuklardan sonra Mısır'da kesilmektedir. Ondan sonraki akibeti ise kitabında yazmamaktadır.

Bunun filmde üzerinde durulmayan bir sebebi de şu: Evliya Çelebi'nin gerçek adı bilinmemektedir. Kendi zamanındaki dünyanın önemli kısmına ışık tutan Evliya Çelebi kendi adının ne olduğunu yazmamaktadır. Belki Ahmet belki Mehmet. Bilmiyoruz. Bundan ötürüdür ki Seyahatname'nin kesilmesiyle birlikte kendisi hakkındaki bilgilerimiz jilet gibi kesilmektedir. Zira hayatını diğer kaynaklardan takip etme olanağımız yok.

Evliya Çelebi'nin sırra kadem basışı hakkında literatürdeki tahminler filmdekinden çok farklıdır. Önce bir parantez açıp bunlara değinmek isterim.

Seyahatname'de Evliya Çelebi cinsel sorun yaşadığını bunun devasını arayıp Mısır'da bulduğunu kendisi belirtmektedir.¹ Hatta problemli organı o kadar sağlıklı olmuştur ki üstünde ceviz bile kırabilmektedir, Evliya Çelebi'nin ifadesiyle.

Evliya Çelebi'nin bu kayıtları nedeniyle bazı yazarlar iddia etmektedir ki onun tüm seyahatlerinin asıl amacı bu devayı bulmaktır. Bulduktan sonra da seyahatler kesilir. Seyahatname'ye göre ise seyahatlerin başlama nedeni peygamberi rüyasında gören Evliya Çelebi'nin "Şefaat ya Resula'l-lah" yerine dili sürçüp "Seyahat ya Resula'l-lah" demesidir. Seyahatlerin sona ermesi hakkında ise bir bilgi bulamıyoruz.

Parantezi kapatıp filme dönersek; film Evliya Çelebi'ye yukarıdaki anlatılardan çok daha mistik bir kimlik vermiş ve temanın merkezine oturtmuştur. The Man From Earth filmini bilenlere, bu filmin konusu biraz tanıdık gelecektir. Evsahibinin konuklarına sorduğu soru şu: Aramızda ölümsüz insanlar yaşıyor olabilir mi? Bunu gizleyerek yaşaması mümkün mü?

Filmin başında bir ab-ı hayat sahnesi var. Yani bengisu. Sümer destanı Gılgamış'tan beri adı geçen ölümsüzlük iksiri. Nitekim Evliya Çelebi de Seyahatnamesi'nde buna biraz değinmiştir. Böyle bir iksir olsa ve bunun yaşandığı yer bu topraklar olsaydı neler olabilirdi? Film biraz bunu sorguluyor. Bu özelliğe sahip bir insan bunu gizleyebilir miydi? Gizlemek için nasıl bir yaşam tarzı benimsemesi gerekirdi? Gizlemeyi başarsa bile bunu birilerine itiraf etmekten kendini alıkoyabilir miydi? Film bunları da sorguluyor. Filmin tadı kaçmasın diye bazı kısımları spoiler işaretleri arasında yorumlayacağım. Lakin ölümsüz olan iki karakterin filmin başındaki ihtiyar gerisinde Veli bey olarak görünen adamla filmin başında ulak, gerisinde Dr. Murat olarak görünen kişi olduğunu söylemek sanırım filmi spoil etmek sayılmaz çünkü bunlar filmin en başında veriliyor zaten. Fakat Evliya Çelebi kimdir, onlardan biri midir vs. bazı sorular film boyunca cevaplanmayı bekliyor.

*** SPOILER ALERT ***
Murat ömrü boyunca, en azından eline fırsat geçtikçe o ihtiyarın kim olduğunu bulmaya çalışmış ve 17. yüzyılda Evliya Çelebi'den şüphelenmiş, ona ulaşmaya çalışmış ve ulaşamamış. Bu belli. Ya da belki Evliya Çelebi buna izin vermemiş. Orası belirsiz. Filmin sonuna kadar Veli'nin kendisinin Evliya Çelebi olduğunu açıklamasa da bunu anlamanın kolay bir yolu var: Evliya, Veli'nin çoğuludur.

O zamana kadar Veli, Murat'tan kaçmış ama en sonunda kendi ayağıyla Murat'a gelmiştir. Onca zaman kaçtıktan sonra neden kendi ayağıyla Murat'a gelmiştir? Muhtemelen "Sırrını açık etme yoksa ölümsüzlük büyüsü bozulur" demek için. Çünkü kendisi bu sırrı hiç ifşa etmemiştir. Film boyunca da etmez. Murat ise ilk defa ifşa etmek üzeredir. Peki Veli bunu nereden bilmektedir de kendisi Murat'ı tam sırrını misafirlerine ifşa edecekken onu bulmuştur?

Sanırım o da filmin kilit noktası. İhtiyar adam sadece ismen Veli değildir. Kendisi vasfen de bir velidir yani Allah dostudur. Evliya Çelebi ismini kullanması da belki buradan gelmektedir. Hatta belki film, halk kültüründe veli diye bilinen insanların hepsinin aslında aynı gezgin kişi olduğunu ima ediyordur.

İşte Veli bir veli olduğu için Murat tam sırrını ifşa edecekken, "Var sayalım"dan "Gerçekten öyle"ye geçecek bunun kanıtlarını dökecekken ona müdahale ederek bir bakıma hayatını kurtarır. Sonra da kendi yoluna döner.

*** SPOILER ALERT ***

Filmin senaryosunu okumak kendisini izlemekten daha iyi olabilir ama kabul etmek de gerekir ki hemen hemen tamamı tek mekanda geçen ve hiçbir aksiyon olmayan bir filmi sürükleyici bir şekilde çekmek de her yönetmenin harcı değildir; hiçbir yönetmene bunu başaramadı diye yafta vurmamak gerekir.

Ufak bir de ukalalık etmeden duramayacağım. Dr. Murat karakteri dünyanın en iyi eski yazı okuyanı iddiasındadır (ki 600 yaşında olduğunu düşünürsek bu çok normaldir) fakat büyütülerek getirilen yazısı "...mucibince..." diye okur. Halbuki "mucip" gereken durumdur. Bir işin gereğince "mucep" denir. Yani o kelimenin "...mucebince..." olması gerekirdi.

Eskiden üstünde "Mucebince Amel Oluna" yazan fermanlardan bir derleme yapmıştım. O da aşağıda konuşlanadursun.

________________________
¹ Robert Dankoff, Seyyah-ı Alem Evliya Çelebi'nin Dünyaya Bakışı

Whiplash

Whiplash 2014
imdb86
Baş Yapıt
* 2014'ün en iyi Bağımsız Filmi
* 2014'ün en iyi Müzik Filmi
Top250 Filmi
3 Oscar Winner 1 Altın Küre 3 Bafta gibi 82Winner86N

* Kesinlikle nefes kesen bir başyapıt, insanı gerim gerim geriyor, hep ne olacak diye merak ettiriyor. Geriye dönük bile tokatlar atıyor (a orada acaba o mu oldu falan diyorsun) Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık, mükemmel bir film. 2014 sinemasının unutulmazları arasında yerini almıştır. Topu topu iki kişiyi izliyorsun filmde. Hatta başrol oyuncusunun olmadığı sahne yok gibi.  Her şey yağ gibi akıyor.

* Gelmiş geçmiş en iyi bağımsız film. Bütçesi telif ücretlerine yetmedikleri için ünlü caz üstatları isimleri uydurulup benzer müzikler bestelenip kaydedilmiş. Önce kısa bir film olarak çekmek istenilmiş. Ben filmin asasının düşüklüğünü görsel olarak hissedince, "lan kıçı kırık ve boktan filmleriyle özcan deniz bile daha kaliteli asalı filmlerde oynuyor bu ne yaa" lanmıştım. Ama işin aslı ekonomik olarak zor koşullarda çekilmiş bir film olduğunu öğrenince her şey değişiyor.

= Rocky'nin davullusu demişler, evet çocuğun kemerli bir burna sahip olması bile insana bunu hatırlatıyor. Ringe dökülen kan damlalarını bu sefer davulların üzerinde görüyoruz. Hatta basit bir kızla olan ilişkideki git geller... Büyük ihtimalle kızı da zurnacıya kaptırmıştır, herhalde.
Çocuk ne kadar Rocky gibi duruyorsa Hoca'da o kadar Dr House gibi bir bilgeliği, bir duruşu vardır.


* Fletcher karakteri öyle güzel oturmuş ki. Zaten bu rolleki JK Simmons oskarı sonsuz hak etmiş.


Ellerinle yaptığı sus hareketi hayatın her yerinde kullanmak istiyorsunuz. Çok karizmatikti, çoook!

* İçinde Türk kelamının geçtiği filmler çünkü dünyanın en iyi zillerini hala biz yapıyoruz.
İstanbul Agop ve Bosphorur Cymbals zillerini sık sık gördük. (dünyanın en iyi filmlerinden birinde türk markalarının gözümüze gözümüze sokulması) Ben görmedim ama Kayseri yazısı da çıktığı söyleniyor.



Bu ara film kesinlikle umut sarıkaya'nın karikatürünü hatırlattırmıştır:





Film'de duvarda bir yazı vardı:
Yeteneğin varsa Caz yaparsın, eğer yeteneğin yok ise git bir rock grubu kur.
İşte bu film en iyisini anlatma üzerine kurgulandığı için, Caz üzerine oturtulmuştur.

* Filmin benim açımdan hikayesi:
2014 yılının başında Sundance film festivalinde bir film ses getirdi.
Film daha sonra bir jüri üyesi tarafından internete düşürüldü.
Filmi çok merak ettim. çok kötü bir çözünürlük, altyazı yok, öylesine bir baktım.
Bana o kadar iyi bir film gibi geldi ki, konusu da bateri üzerineydi.
Hemen Bateri çalan kardeşim ile iletişime geçerek, böyle bir bateri tandanslı film var, muhteşem dedim. O uğraştı filmi bulamadı. Ona da bir türlü ulaştıramadım filmi.

Filmi kafamın kenarına koydum ve bu filmi düzgün bir şekilde izleyeceğim dedim.
Bir yıldan fazla bir süre sonra Türkiye'de vizyona girdi, ama gidemedim. (İstanbul'da hafta sonları az bir süreliğine geliyorum ve çok yoğun oluyorum.)
Yüksek çözünürlüklü ve düzgün altyazılı olarak nete düşünce indirdim ve bir pazar günü eşimle filmi izledik. Muhteşem bir film. Bayıldım bayıldım. Öyle güzel bir tat bıraktı ki bende anca blogumda düzgün anlatabilirim dedim. Şimdi de sizinle onu paylaştım. Zannedersem kardeşim daha filmi izlemedi. Çok iyi film ya. Müzik temeline oturtulmuş müthiş bir senaryo. Üstelik filmde baş rol oyuncusunun olmadığı bir sahne yok. Ve film iki kişi üzerinden yürüyor. Süper bir şeydi...

Yerli versiyonu için isim önerisi: Hoca Bana Taktı
Hatta eksi'de yazan şu filmle örtüşen hikaye direk çekilebilir:
"aklıma çocukken ananemlerin köyünde gittiğim kuran kursunu getirdiği için fazla odaklanamadığım film. bizim kuran hocası da aynı böyleydi. j.k simmons'a sakal tak, şalvar geçir, dişlerini sarart, götünü büyüt, aynısı. o gün öğle namazında cemaate müezzinlik yapması için sabahtan çocukları kapıştırırdı, dua soloları attırırdı, her yanlışta rahleye sopayla vurur, o kısmı tekrar okuturdu. kim daha ahenkli ve seri okursa müezzinliği ona verirdi. çocuğun biri fazla hırslanmış olacak ki kendini alamayıp dokuz yaşında hafız olmuştu. demek böyle böyle olunuyormuş, vay be. whiplash ortamını 90'lı yıllarda sakarya'nın bir köyünde bizzat yaşamışım, haberim yok. insan değerini sonradan anlıyor işte."