Rahip RAMBO!'su - Silence -



Rahip RAMBO filmi - Silence -
imdb: 75
2016

Hristiyan Propagandası yapan filmdir.
Tamamen kötü niyetli çekilmiş - dincilerin insana bıkkınlık veren mağdur edebiyatlarından biridir.

* Filmin sonu Budist geleneklerine göre ölen ve Hristiyanlıktan çıkmış olan rahibin elinde haç olması gibi saçma sapan bir finali var.


* Beyin yıkadıkları köylü japonlara çelik çomaktan dağıttıkları haçlar için halk kapışırken ve hatta bu din için kendilerini feda ederken bir yandan da yedikleri önünde yemedikleri arkalarında ağırlanan rahipler içlerine döktükleri göz yaşları ile beyaz perdede büyüdükçe büyüttüler gözümüzde...

* Şu film için bir takım bilip bilmeden konuşan kendini aydın sanan bir kesim var:
"Oolm Martin Scorsese filmi Recep İvedik yüzünden vizyona giremiyormuş" falanladı sosyal medyada. Ben bu film karşısında Recep İvedik filmini pamuklara sararım. Böyle ideolojik Trump'ında içinde olduğu bir WASP grubun baskısıyla ve parasıyla çekilen filmi mi gidip sinemada izlemek istiyormuş bu kitle. Misyoneler bu filmin Blueray'lerini kapı kapı incil dağıtır gibi bedava dağırtırlarken siz de araya girer alırsınız bir tane.... İzlersiniz....

Çok kötü bir film değil. Ekstradan çok kötü niyetli bir film.

- İzleme izlettirme -

Örüm Böcek - Andrew Garfield'i de kara listeme aldım.
1 - Hacksaw Ridge (gene Hristiyanlık propagandası)
2 - Silence

* Bir de bu uzak doğulularda full sakal bıyık pek olmuyor. Hıristiyanlaştırmada çok büyük problem yok da Müslüman misyonerler gitseydi büyük hayal kırıklığı yaratabilirdi...

Risen



Risen
2016
imdb:63

* 2016 yılı sinema'da Hristiyanlık propagandasına neden bu kadar asılıyorlar anlam veremiyorum. Dünya'da bir aydınlanma çağı olduğunu düşünürken bu denli din batağına insanları çekmeye çalışmalarında da bir art niyet görüyorum.

Coenler'in 2016'da çektiği:
Hail, Caesar! filmi direk bu filmle testis geçiyor. Ben en çok ona şaşırdım.
http://kilavuzkarga.blogspot.com.tr/2016/12/hail-caesar.html
Acaba önceden bu filimin çekileceğinin haberini mi aldılar. Çok ironik olmuş... Hayır Hail, Caesar! filminden esinlenerek bunu çektilerse - bunu sinema izleyenler adına bir avukatın çıkıp tazminat davası falan açması gerekir...

Boş - yapıtlardan - Hıristiyanlık Propaganda filmlerinden biri... İzlemeyin...

Yılın Overrated Filmi Moonlight

Moonlight
imdb79
2016

Büyük Hayal Kırıklığı Moonlight
Şu film izleme listemde en merak ettiğim 10 film arasındaydı
Zenci varoşu - Uyuşturucu - Babasızlık - Annenin müptela olması - Okul hayatı boyunca eşcinsellikle itham edilmek - seni şiddetin içine doğru sürükleyen bir çevre - ezik bir çocukluk...

* Casting mükemmel... O ezik ve alttan yukarı bakan ve baktığında çakmak çakmak ışık saçan gözler üç oyuncuda da değişmemiş... Filmi gerçekçi kılan da bu bakışlardı bence...

* Tamam çok derin bir mevzuyu çapaksız anlatmış - çekimler düşük bütçeli film için gayet estetik...
Lakin kimse - hiç bir kelam bu filmi bana beğendiremez...
Çok daha beter ve aynı yaşları anlatan bir Lion başyapıtı var...
Elma - Armut diyebilirsiniz...
Dram olarak Hindistan bile bundan daha iyi filmler çıkarmıştır ki bir Başyapıt diyebileceğim Dangal var..
Oturun İran filmi Satıcı'yı izleyin o da ağır dram... Bu film ile vakit kaybetmeyin bence...
Çok ödüllü ve övülen Alman filmi Toni Erdman bir..
Yerli olarak Cem Yılmaz'ın İftarlık Gazoz iki
Bu üç...
Bu yılın en büyük hayal kırıklıkları

The Salesman - Forusande - Satıcı



The Salesman
imdb83
2016

* Yılın orta doğu filmi

* Yılın Hollywood ve Avrupa sineması dışındaki en iyi 5 filminden biri.



* Yılın en iyi dramları arasında... Tam bir baş yapıt...
Karakterlerin iç çalkantıları çok güzel beyaz perdeye yansıtılmış.
Üstelik çok da köşeli karakterler olmaması, uç duygular yaşamamaları, çatışmalar sırasında bile şiddetin tırmanmaması Asgar Fahradi filmlerine büyük estetik katıyor...

7w17n: Cannes Ödüllü - OscarN

* Filim ironik bir başlangıcı var. İran'da geçen bir film. İranlı bir yönetmen. Ve film Casino ve Bar ışıklı panolarının yanması ile başlıyor. İran - Casino - Bar... Neon Lambaları... Beklenmedik bir şey...Derken...  Bunun bir tiyatro sahnesi olduğunu anlıyorsunuz. İran'da Arthur Mille'ın "Bir Satıcının Ölümü" filmini oynayacak bir kumpanya son hazırlıklarını yapmaktadır.

* Asgar Fahradi "Seperation" filminden beri çok sevdiğim ve beğendiğim bir yönetmen. 
Fransız bir yapımcı ile Fransa'da çektiği The Past filmi o yılın en iki Fransız filminden biriydi. Diğeri ise Tunuslu yönetmen Abdellatif Keachiche'nin çektiği gelmiş geçmiş en iyi Lezbiyen filmi olan  "La vie d adele" - "Blue Is the Warmest Color" filmi olduğunu düşünüyorum.

* İran Sineması'nın bu derece Dünya Sinemasında kendine bir yer edinmesinin en büyük avantajı İran hakkında çok şey öğrenmemizi sağlamasıdır. Biz de Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Semih Kaplanoğlu... gibi yönetmenleri çektiği dramlar böyle... Türkiye turnusolları... Geçekçi mekanlar ve  hayat kesitleri anlatırlar... Bu yüzden belge gibidirler... 

Bu film'de İran hakkında ne öğreniyoruz:
*   Lokal hayat kadınlarının olduğunu
* Kadınların adliye'de aşağılanmalarından dolayı taciz - tecavüz ve benzeri konularda dava açmaya çekindiklerini
* Tiyatro gibi köklü bir sanatın İran'da dini dogmaların altında nasıl ezildiğini... 
- Arthur Miller'ın satıcı filmindeki şuh kadının oyunda üzerinde havlu ile girmesi gereken sahnede tamamen kapalı olmasının yarattığı ve oyuncuların gülme krizine girdikleri sahne de olduğu gibi ya da sansür ekibinden 10 maddenin 6'ından oyunun geçtiğinin muştulandığı an gibi... -

* İran'da insanların suça karşı bir eğilimleri olsa da öfke konusunda çabuk parlamadıklarını, öfke krizine girmediklerini... Düşünerek hareket ettiklerini...
- Bir karadenizli gibi değiller daha çok bir egeli gibiler olaylar karşısında -
Ya da sistemin insanları bu hale getirdiğini... 

Asgar Fahradi'nin yerelden anlattığı hikayesinde dünyanın farklı ülkelerinin önemli eserlerine ve kendi yerel eserlerine atıflarda bulunacak kadar da entelektüel bir senarist-yönetmen.

* Arthur Miller'ın "Satıcı'nın Ölümü" tiyatro oyunu örneğin filmin göbeğine yerleştirmiş üstat.
Hatta direk Arthur Miller'ın bu çok bilinen eserini oynayan kumpanya filmin yan hikayesini oluşturmakta...

Oyundaki satıcı karakterinin eşine vaat ettiği şeyleri gerçekleştirmemesi ve buradaki karakterin eşini anlayamaması arasında bir takım örtüşmeler var. Lakin hep Arthur Miller'ın bu oyunu için Amerika değişen ekonomisinin ciddi eleştirisi olduğu söylenir. Asgar Fahradi ise filmi ile bence İran'ın kadına bakışını görünürde yumuşak içerikte ise "SERT" bir biçimde eleştiriyor.

























Filmin göndermeler yapıldığı ikinci önemli eser ise:

* İranlı yazar Gholam Hossein Saedi 'nin "İnek" isimli oyununu başrol oyuncusu filmde öğrencilerine anlatıyor. Sonraki sekanslarda ise filme aktarılmış halini öğrencilerine izlettiriyorlar...
Eser köyde yalnız ve ineği ile yaşayan bir fakir adamın ineğinin ölmesi ile şizofrenik bir biçimde ineğe dönüşmesini ahlatıyor.
Oyun ile alakalı öğrencilerinden biri şu soruyu soruyor: "Bir adam nasıl ineğe dönüşür"
Öğretmen çok manidar bir şekilde: "Yavaş yavaş" diyor.
Bu manidar çünkü bu kelamda filmin içini de gönderme yapmış oluyor üstat...
Film boyunca baş rol oyuncumuz karısının sorununu çözemeyeceğini ve hatta çok daha fazla üzeleceğini düşündüğünden ötürü Polise haber vermiyor...  Baş roldeki oyuncumuz dedektif gibi çalışıyor konu ile ilintili. Ve süre uzadıkça öğrendiği detaylardan ötürü çevresindeki insanlara öfkesi "Yavaş yavaş" büyüyor... Filmin sonunda kreşendo tırmanması yavaş yavaş patlamalar yol açıyor...  Ve filmin finalinde en zirveye oturuyor... Kadın yönünden baktığımızda ise olay dizgisi git gide yatışan ve empatiye dönüşen bir yol çiziyor... Başlarda cazgır ablamız olaylardan ders aldıkça daha dışarıdan bakabilen gözlere sahip olmaya başlıyor... Film olaylara bakış açısı babında Kadın - Erkek arasındaki farkı da çok iyi su yüzüne çıkarmış...


Filmin çözümlemeleri çok zekice yazılmış bir soruşturma titizliğinde ve senaryonun zekice akışı ile gerçekleştirilmiş... Öyle kapı dinleme gibi öküzleme çözümlemeler olmadığından ötürü gayet başarılı... Sırf bunu polisiye teması ile bakıldığında bile çok başarılı bulunabilcek bir film...

* Düşük Ritimli filmdir.
Düşük ritimli filmler için hep şu örnek verilir. Bir davulcu - darbukacı için çok zordur düşük ritm'de çalmak. Bir senarist içinde karakterleri ilmek ilmek işlemek öyledir.... Yoksa araba koşturtmak - Baldır bacak göstererek seyiciye vakit geçirtmek - filmin uzun bir sekansını iki kişinin kavgasına ayırmak iş değildir...

Film bir baş yapıttır.
Kesinlikle tavsiye ediyorum.

Queen Of Katwe ve The Dark Horse Dünyanın iki farklı ucundan varoşlardan yükselen satranç hikayeleri


Queen Of Katwe ve The Dark Horse Dünyanın iki farklı ucundaki ülkelerden
Biri Yeni Zellanda diğeri Uganda
varoşlardan yükselen satranç hikayeleri




Queen Of Katwe
2016
imdb73

Yılın amerikan prodüksiyonlu bir başarılı Amerika ve Avrupa dışında konusu geçen Afrika filmi...

* Yılın en iyi Afrika konulu filmi.

* Filmin en büyük mottosu:
"Küçük olanı büyük yapabilen" bir oyundur Satranç

= The Dark Horse ile büyük benzerlikler içeriyor:





The Dark Horse
imdb76
2014

* Yılın bol ödüllü filmi

* Yılın Okyanusya filmi

* Yılın iyi dramları arasında




Disney'in The Dark Horse filminin başarısı karşısında benzer bir başarı hikayesini filme aldığını düşünüyorum.  İki film de azim ve başarı hikayesi barındırıyor. İkisinde de çocuklara doğru alışkanlıkları verme amaçlı sosyal proje yürütenlerin büyük emeklerinin sonucunda satranç konusunda ödüllü ve başarılı bireyler yetiştirmenin gururu beyaz perdeye aktarılmış.
İkisi de gerçek insan hikayesi...

Satranç Sinema'nın göz bebeği olgulardan biri. Sigara'nın görselliğini ve karakter tanıtımındaki üstünlüğünün kullanılması, estetik verilerek alışkanlıkların artmasını tetiklediği konusunda hem fikir olsam da, severim... Ama Satrancın kullanımı çok daha önemlidir.
Bergman'ın Azraili ile satranç oynayan şövalye'si Satranç konusunda ilk akla gelen film.
Sinema'da kimler satranç oynamadı ki, Hanry Potter'dan James Bond'a kadar bir çok karakteri satranç oynarken görürüz... Sinema tarihinin pek çok baş yapıtının kıyısından köşesinden bi damalı tahta ve meşhur taşlarına temas etmiştir.

Satranç tandansı üzerine kurulu filmler ise o kadar çok değildir... Bu iki film bu temada önemli eserlerden olduğunu düşünüyorum.

Lion Movie





Lion
imdb:80
2016

* Yılın Dramı

* Yılın en iyi Hollywood ve Avrupa sineması dışındaki Dünya Sineması filmi

* Yılın Ortak Yapımı (Hindistan - Okyanusya)

* Ağlatan Filmler

28W70N
* 6 Oscar Adaylığı... BAFTA ve Golden Globe adaylıkları...



* Anne - Oğul izlenmesi gereken filmler...

* Filmin sordurduğu bir şey var "Anne sizi doğuran mıdır - büyüten midir?"

- spoiler -
- Kendi çocuklarını yapabilmeni isterdim. Biz sana iyi evlatlar olamadık...
- İstesem çocuk sahibi olabilirdim. Evlat edinmeyi ben tercih ettim. Dünyada zaten yeterince insan var, ben ve John sizin gibi acı çeken çocuklara şans olabilmek, Fırsat verebilmek istedik.

Saroo'nun yaşadığı en büyük travma kaybolmak değil bence... Bangladeş'e kadar gidiyor. Orada çok acımasız bir dünya olduğunu fark ediyoruz. Fakirlik had safhada... Çocukların yattığı metro durakları... Pis polis şefi eşliğinde belki de organ mafyasının çocukları toplaması... Saroo buradan zor kurtuluyor... 



Saroo kaybolduktan sonra çok düzgün insanlarla da karşılaşıyor. Ama hep annesi ve abisini tekrar  görebilme derdine düşüyor. Aslında abisi ile yaptığı tren üzerindeki yaramazlıklar onun güçlü bir çocuk olmasını sağladığını düşünüyorum. Evet çok şanslı ama bu şansını çevikliği ve zekasına da borçlu gibi duruyor. 







* ağır spoiler *
Saroo'nun adı Saroo bile değilmiş. Kendi adını doğru söylüyemediğinden Saroo diyormuş... Adı aslında Şaruuu gibi bir şeymiş..



Google Map aracılığı ile binlerce kilometre öteden annesini bulmak için hafızasındaki küçücük detayları sürekli hatırlamaya çalışıyor... Filmin duygu sömürüsü yapmak ve ağlak filmlerde kullanılan klişeler dışına çıkabilmiş... Milyarlık bir ülkede kaybettiğiniz ailenizi binlerce kilometre ötede aramaya çalışmak. Üstelik tüm bu fakirliği bilip de gittiğiniz uygar bir yaşamda sürekli eskiye takılıp kalmak... Filmin gerçek bir hikaye olmasından çok doğal ilerleyişi sayesine içselleştirip uzun uzun iç çekmemize ve sonunda içimizin parçalanmasına yol açıyor.

Cheers 1. Sezon




Cheers 1. SEZON

 "Sometimes you want to go... ...Where everybody knows your name and they're always glad you came."

Unutulmaz sıcacık bir melodi ile bağlandığımız dizidir Cheers.
"Herkesin sizin adınızı bildiği ve sıcacık selamladığı bir yer olsun istersiniz diil mi?" Cheers öyle bir yer işte.



Mizah olarak her karakterin kendine ait bir mizah üslubu var. Bir palyaçonun olmadığı herkesin


Dizi genelde bir "GAG" ile başlıyor ve sonra çok sevilen müziği giriyor. Topu topu 15 dakka'da hr şey olup bitiyor. Dram ağırlıklı bölümleri de var.


kendine özgü mizahının olduğu bu sit - kom tam bir avangart yapım. Tek bir palyaço'nun ya da başrol komedi oyuncusu çevresinde dönem komedilerden değil.


Koç: Dizinin stupidi palyaçosu. Aptallık mizahının zirvesinde gezinen biri. O kadar çok koç denmiş ki kendisine gerçek adını bile bilmiyor. Çirkin ama başarılı bir kızı var. Yalnız birisi. İzin gününde bile geliyor. Genel'de "Norm" bara girdiğinde onun espri yapması için dişi bir söz söylüyor. Ve Norm yapıştırıyor cevabı.
Unutamadığım esprisi:
- Koç senin izin günün yok mu? Hep buradasın...
- Perşembeleri benim izim günüm...
- Eee Perşembeleri de buradasın.
- Evet ama o gün daha yavaş çalışıyorum...


- Koç ilk basketbolu kimler oynuyormuş biliyor musun?
- Maya'lar
- Vayyy koç nerden biliyorsun?
- Bir Maya'lı anlatmıştır büyük ihtimalle.

Koçun bir kitabı yıllardır okuduğunun ortaya çıkması.

MS olan hastanın MIT'de PhD  mi yapmış
Koç: Bakın ben anlamayayım diye kısaltma yapıyorsanız dışarı çıkabilirim.


Cliff:  Çok orjinal bir karakter aslında. Gereksiz bilgilerle ve şehir efsaneleri ile dikkat çekmeyi seviyor. Koç ile muhabbetleri çok komik. "Ağaç devrilirken çıkardığı sesi kimse duymamışsa o ağaç devrilmemiştir" tartışması çok komikti. Kimse görmediyse nereden bileceksin Cliff o ağacın devrildiğini...

Carla: En sert mizaha Carla sahip. Hayatın sillesini yemiş ama bir yandan da gününü yaşayabiliyor. Çok çocuğu var. Onlar aradıklarında ben sizin asıl anneniz değilim falan bile diyebiliyor. Dizinin esas kızına sürekli taktığı lakaplar (çırpı bacak - entel tavuk) gibi arada güldürebiliyor.

En sevdiğim esprisi: 1 sent bahşiş mi? İlk FERRARİ'me senin adını vereceğim.

Norm: Evlidir. Eşini hiç görmeyiz ama sürekli eşinin niye yanında olmadığına dair iğrenç bir espri yapar.
- Hayat nasıl norm.
- Yatakta eşinle basılmak gibi...

- Sana bir bira resmi yapabilir miyim Norm!
- Gerek yok, neye benzediğini biliyorum. Ama bana bir bira doldurabilirsin...

- Çok erken bir saat değil mi?
- Bira için mi?
- Hayır. Böyle salak sorular sormak için!





Dizinin en büyük defekti bana göre "AŞK"
Çok gereksiz bir gerilim ve dram yüklüyor.
Devamlılık için kullanılıyor ama bence çok gereksiz.
Bir avantajı var. Dizi zaten skeç skeç ilerliyor.
Bu biraz diziye akış sağlamış.




Dizinin en büyük çatışması:
Diane ve diğerlerinin arasındaki entellektüel tartışmalar.
Bir tarafın ağır snop olması da diziye bir tat getirmiş. Bir de böylesine donanımlı birinin garsonluğa düşmesi de belki izleyicinin duygularını okşuyor olabilir.

Nostalji sevenler için.
İlk sezonda en komik bölümler:
9 puan verdiğim 4. Bölüm
9 Puan verdiğim 7. Bölüm
10 Puan verdiğim 8. Bölüm

8. Bölüm: Sam iki garsonu Carla ve Diane'i aralarındaki husumeti azaltmaları için bar'ın kapanış saatinden sonra bir süre oturup konuşmalarını ister.
Carla bomba bir içki hazırlar. Ve büyük bir yalan söyler. Sonra olaylar gelişir...




Passengers




Passengers
imdb:70
2016

* Yılın Romantik Dram Bilim Kurgusu

* Tasarımları iyi senaryosu vasat bilimkurgular




* Bazı filmler vardır fragmanı çok etkileyicidir. Sizi sinemaya sürükler. Ama sonra filmin o kadar da muhteşem olmadığını görür ve hayal kırıklığına uğrarsın... Film iyidir ama bu hayal kırıklığı puan kaybettirir...

Filmin en güzel sahnesi Arcturus'dan geçerlerken hayranlıkla seyretmeleri oldu.
Yer yer uzay görüntüleri filme büyük estetik katmış.







Spoiler: Film'de 2,5 kişi oynuyor
Andy Garcia'da afişe adını yazdırmış... Bu nasıl bir aymazlıktır kardeşim!

* Yılın çerezlik izleneybıl eli yüzü düzgün ama başyapıt olmaktan çok uzak filmlerinden.

* Bu tür bilimkurgular artık yerçekimi konusundaki cevabı tamamen çözmüş durumdalar. Bir eksen etrafında dönerek giden uzay gemileri yapıyorlar bilim kurgularda. Bu sene böyle gezegen yapmışlardı Star Trek'te...

* Filmin optimist cevaplar konusunda harikalar yaratan bir de android garsonu vardı.
Gerilimi yumuşatma adına sabun köpüğü mizah yüklemişler ona...

Filmin en etkileyici sekansının olduğu havuz platosu:




Hacksaw Ridge



Hacksaw Ridge
2016
imdb83

* Çavuş'un erlere bağırıp çağırdığı sahne yılın en komik sekansı...

* Film Savaş Karşıtı kisvesi altında Din Propaganda filmi...
* Daha önce de Apocalypto filminde bunu yapmıştı Mel Gibson.

* Yılın En Büyük Overrated filmi...
* Yine de hakkını yememek lazım... Gerçekçi savaş sahneleri ile yılın savaş filmi (o kadar)

Çavuş'un Komik Sahnesi'nin fotoğrafı:




* Mel Gibson Hıristiyan Propagandası sinematografisine Clint Eastwood'un Amerikancık filmlerine de rakip olan filmler yapma derdine düştüğünü düşündüğüm filmi Hacksaw Ridge

* Filmin en büyük defekti... Uçurumdan aşağı inan ipi japonlar neden kesmiyor?
Hele el bombaları ile olan sahne ekstradan uçuktu...
Bir de hem yahudilik hem de hıristiyanlık öğretilerinin karışık bir versiyonunu yaşıyor bu çocuk...

* Mel Gibson ve Clint Easwood Birleşik Devletlenin Acun'u, Rıdvan Dilmen'i falan gibiler. Ellerindeki çok değerli ve zeki beyaz yakalılar sayesinde bizimkiler gibi öküzlemesine mottolar ve eserler vermiyorlar. Tek fark bu.



* Mel Gibson'ın sinematografi olarak bir üslubu oturtturmasını kesinlikle çok taktir ediyorum.
Ciddi bir medeniyet eleştirisi olarak başlayan Apocalypto filmi Mel Gibson'ın en iyi turnusolu.
Film ormanda yaşayanları hayvan olarak gören Amerika eski uygarlıklarını çok sert eleştirirken bu cennet topraklara gelip hepsinin canına ot tıkayacağı BATI gemilerini hıristiyanlığın kurtuluş gemileri gibi göstermişti filmin sonunda. Kapı açık bıraktığı için biz bunu medeniyetin vahşi dediği insanlara yaptıklarının cezasını bir üst medeniyet gelir sizin kafanıza vurarak ödetir demeye mi getirdi demiştik. Ama Mel Gibson'ı tanıdıkça bunun öküzlemesine bir Hıristiyanlık propagandası olduğunu anladık...

Bu film'de çok güzel bir metin ve çekim desteğiyle çok ciddi bir savaş karşıtı filmmiş gibi dursa da alttan alta - inceden  Hıristiyanlık propagandası yapmakta...

Eksi'de çok güzel yazmış bir yazar:

"film olarak iyi film. ama zihniyet olarak, insanlığın aşması gereken bir zihniyeti kutsuyor, bunu da savaş gibi herkesin nefret edeceği bir durumun karşıtı olarak yapıp fikrine sempati toplamaya çalışıyor.
savaş kötü. ama savaşlara neden olan köhne inançlar daha kötü. savaş üzerinden köhne inançları kutsuyorsun, ki savaşın nedeni o inançlar.
iyi insan olmanın karşılığını inançta bulmak dünyaya yapılacak en büyük kötülük. çünkü inanç cehaletle birleştiğinde kan ve şiddet doğruyor. insanlığın iyiliği bilim, birbirine ve hayat hakkına saygı gibi değerler olmalı..."

Mel Gibson'ın yönettiği filmler:


Doctor Strange



Doctor Strange
imdb78
2016

* Ateist - kibirli ve çok yüksek fiyatlarla ameliyat yapan doktorumuzu imana nasıl geldiğini anlatan samanyolu tv filmi...

* Bilim kurgu olarak ilk defa bu tür görsellerle karşılaşacaksınız dendi. Şehrin eğilip bükülmesi Nolan'ın İnception'ın da vardı... Star Wars'ın ilk defa ışın kılıcı ile yarattığı büyük sansasyon, Alien serisindeki çok farklı mekan olgusu, Matrix'teki kurşunların yavaşladığı sahne gibi bir sahne yoktu Doctor Strange'de... Gene de etkileyici efektlerin olmadığını söyleyemem....

* sinema hep yeni seriler yaratma derdine düştü. Ekibi kuralım. İlk bölümde biraz acı çekelim sonra da voliyi vuralım. Bu yıl bunların suyu çıktı artık.
Doctor Strange
Fantastic Beasts
Warcraft... Daha da vardır.

Ben bundan artık hoşlanmama başladığım için Doctor Strange'e patladım.
Meraklısı için iyi bir film... Ben görselliği dışında çok daha beğenmedim....

Il Racconto Dei Racconti



Il Racconto Dei Racconti
Tale of Tales
2015

imdb64 /15b

* Bir düş filminin bu kadar düş kırıklığı yaratması...

* Yılın en iyi Avrupa Fantastik Filmi

* Yılın kostüm - efekt - fantastik bakımından en başarılı Avrupa Filmi



* Üç Krallık - Üç Masal - Üç istek - Üç isteğin insanı nasıl uçurma süreklediğinin hikayesi






Her ne olursa olsun bir çocuğu olsun isteyen Kraliçe...

Pire fetişistliğini kızını harcayacak kadar ilerletmiş bir başka Kral...




Vajina - Salak bir Kral






* Bu tür otokrasi saltanat masallarında iyi krallar geçmişlerinde çok acı çekmişlerdir uydurmalarından hep rahatsız olmuşumdur. Bu filmde de krallar tutkuları - istekleri - arzuları yüzünden büyük acılar çekerler... Bunu biz ayak takımı ya karakterle özdeşleşip "ulan hayatta mutlu son diye bir şey yok" diye yorumlarız ya da "bak para da - iktidar da mutluluk getirmiyor" deriz.




Spoiler:  Vajinasalak kral sarhoş hatunları dürterek sevişcek kadın araması ama sonunda bir kapı deliğinden geçen bir parmağa hallenmesi... Pire fetişisti prensesin üç oda bir salon yapmış ayının hak ederek alması ama buna rağmen en büyük kötülüğü onun görmesi.... (bir de çok güçlü ve zeki birini isitiyorum demiş ti - nesini sevmiyorsun Volkan gibi bir AYI işte bu da) .. Yalnız bu kızın yöneteceği krallıkta kimse yaşamak istemez - her an saykoya bağlayabilir...

Sırf kardeşinle yaşamak için dersini soyduran yaşlı kadın sahnesi de çok anlamsızdı...
Hikeyeler de bir bütünlük yoktu...

Otokrasiye karşı da çok büyük Oss çekilmiş. Bir Taht Oyunları da otokrasi üzerinden çeviriyor masalsı fantastik hikayesini. Ama yeri geliyor genç ve güzel prensesi bir ayı becerecekse onu da sansürlemeden veriyor... Burada halktan kişilerin her türlü gördüğü zulüm ve çıplaklık full sergilenmiş... Ama sıra küçük prensese gelince sansür yemiş...


Çocuğuna düşkün sayko kraliçenin de son derece absürt bir fedekarlığı vardı... Eşini çocuğu yüzünden kaybetmesine tınlamayacak kadar cadı bir kraliçeden bahsediyoruz... Bir de su altında eski hortumlu tip dalgıç kıyafetinde neden hortum yoktu!

Tavsiye etmediğim bir film....

Dangal





Dangal imdb90
2016
Başyapıt

Körü soslu Feminizm

Yılın Başyapıtları arasında

Yılın Hollywood ve Avrupa sineması dışındaki en iyi filmi

Baba - Kız izlenmesi gereken filmler

Yazıda Bahsi Geçen: PK filmi için BAKINIZ
Yazıda Bahsi Geçen: 3 idiot filmi için BAKINIZ






Türk sineması aptal saptal komediler,
Türk dizileri de Brezilya tipi düşük seviyeli ve ağır aksak diziler çekmeye devam etsin...
Hindistan gibi kapalı kültür ve muhafazakar bir ülke bile toplumsal mesajlar veren başyapıtlar ortaya koyabiliyor. Kültür ve Eğitim'de ne kadat tökezlediğimizin ispatı bu Dünya Sineması başyapıtları.

Aamir Khan bence günümüzün en önemli sinema dehası.
Hindistan'da "din" eleştirisini öyle güzel işledi ki hem gişe  yaptı hem de tüm dünya'da izlenme başarısı gösterdi.  Lakin böylesine güzel işlenen "Dinler" eleştirisinin çok daha ses getirmesini isterdim.

Daha önce de Disleksi hastalığını anlattığı bir baş yapıta imza atmıştı üstat:
Filmin adı: "Taare Zameen Par"

Elbette iyi ve entellektüel bir ekiple çalışıyordur ama şu an biz Aamir Khan'ı görüyoruz bu değerli eserlerin vitrininde.

Mütevaziliği ile tavan yapan karakterler çizen, 3 İdiot filminde gördüğümüz gibi başarıları bile kendi için değil başkası için gerçekleştiren ve buna rağmen mutlu bir hayat süren basit yaşayan, küçük hayat kuran Aamir Khan filmlerinde mizah da üst seviyede olduğunu söyleyebilirim.
Gayet güldürüyor...

Bu filminde de inceden inceye kız çocuklarına çok az değer verilen Hindistan'da kadın haklarına dair hafiften de feminist bir takım mottoları da arkasına alarak bir film yapmış. Aşırı muhafazakar, feodal yapı ile kapitalizm arasında sıkışmış ülkede böylesine derin mevzularda ülkenin en çok izlenen filmlerini kültürel olarak önemli mesajlar vererek çekmek her baba yiğidin harcı olmasa gerek.
Ki Hindistan'da ultrasonla kız çocuğu olacağını öğrenen annelerin küçük de olsa bir kısmının çocuklarını düşürdüğü gibi çok acımasız olayların olduğu bilinmekte ve hala gündeme gelmekte...

Ekşi Sözlükte Aamir Khan'ın oyunculuğunu Türk Sinemasının Altın Çağındaki Sadri Alışık'lara - Kemal Sunal'lara Şener Şen'lere benzetmiş bir yazar: Ertem Eğilmez'in de Münir Özkul - Adile Naşit filmleri gibi aileler kurduğunu ben ekleyebilirim...

Halkın içinden gelmeHalkın sesi olma

Dürüstlük
Küçük bir Dünya'da mutlu olma anlayışı
Mütevazi bir dünya algısı
Etrafında gelişen trajedileri mizahi açıdan değerlendirme...

80 darbesi bu tip halk kahramanlarını tüketti.
90 sonrası brezilya dizilerinin türkleştirilmiş versiyonları da bu tip sinemanın sonu oldu.

Bugün ülkemizde en çok izlenen 10 film arasına en az 8 Türk filmi girse de ve ortalıkta yüzlerce Türk dizisi olsa da Halk Kahramanı olabilecek jönlerimiz yok. Yazar burada çok güzel bir not düşmüş:
"Halk kahramanı olmak siyasi bir ideolojiye tabi olmak değil bu arada, Herhangi biri olmanın tevazusunu omuzlarında taşımak. Üstelik bugün değişen sosyal değerlerimiz ve Türkiye'deki politik yapı nedeniyle o eskileri tut yapıştır yapmak da hemen hemen imkansız."



Yazar işte bizim 80'lerde yaşadığımız ve sevdiğimiz halk kahramanlarına çok benzeyen Aamir Khan'ı şöyle tanımlamış:
"aamir khan'ın böyle bir boşluğu hafiften doldurduğuna inanıyorum. aamir khan, melodram ve komedi genre'ındaki filmlerin yeni nesil halk kahramanısı. ve ortaya çıktığı bir numero özellik ney? bana kalırsa tevazu. bir halk kahramanı herhangi biri olmanın tevazusunu her daim taşımalıdır diyorsak ve diğer halk kahramanı olma potansiyelindekilerle mukayese edersek bu. aamir khan tevazusuyla sıyrılan bir celebrety kişisi. hali, tavrı, konuşmalarından, yapımlarındaki karakterlerin temel özelliklerine kadar. mesela başarıyı çok takıntı haline getirmiş bir karakteri bile canlandırıyorsa, bu karakterin 'ben başardım' demek için değil, bir şey uğruna, bir şey adına başarmış olmak gibi özellikleri vardır. fazla tevazunun kibirle olan ilişkisine girmeyeceğim, benim de kendimce fikirlerim var... fakat yukarıda belirttiğim durum aamir khan'ın bir aktör olarak hem screen persona'sında, hemde medyada yaygın olarak bilinen karakterinde ortaya çıkan özellikleri ifade etmeye yöneliktir. "

* Ülkemizin ciddi bir kısmında Batı'ya karşı bir öfke olmasına ve hatta iki jenerasyon öncesine kadar Hint sinemasına büyük sevgi beslenmesine rağmen bu gibi Hint Başyapıtlarına neden yeni nesil bir ilgi göstermiyor ya da bu filmler vizyona dahi girmiyor çok enteresan bir dumur. Ama bir gün o iliklerimizi işlenmiş hint müziği ve sineması bu kalitede devam ederse tekrar depreşebilir...

Ve Filimi kesinlikle herkese tavsiye ediyorum.

* Filmde beni üzen tek şey:
"İngiliz Milletler Topluluğu" nedir arkadaş.
Sen bağımsız bir ülkesin...
Hala bu çatı altında anılmak acı vermiyor mu?
Olimpiyatlara nüfusuna göre minimal sporcu yetiştirme gibi bir utanca imza atıyorsun....
Ama İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları gibi bir organizasyonu ülkende yapıyorsun...
Hatta,
Hindistan'da düzenlenen oyunlarda Hindistan'ın bu Oyunlara olimpiyat açılışı kadar yatırım yapması nedir?
Gerçekten çok acı...

= Benzer şeyie Persepolis filminde şaşırmıştım... Persepolis diye şehir mi olur İran'da...
Üstelik Mustafa Denizli'de bunların futbol takımının teknik direktörlüğünü yapmıştı o zaman da çok şaşırmıştım... Pers'lerin bir şehrine ancak İskender bu ismi vermiştir ele geçirdiğinde. Peki sen bu batı buralardan elini ayağını çektiğinde hala daha o şehre Persepolis demen?
Bana saçma geliyor....

Dünya İngilizlerin mi?
* Hintlilerin bu kadar Güreş merakı olduğu ve hatta kültür olarak benzer bir güreş yaptıklarını bilmiyordum.
Dünya'da büyük nüfuslar:
Hintliler
Türkler
Araplar
bu derece güreş ilgilenmelerine rağmen olimpiyatlardan güreş sporu çıkartılması reva mıdır?
http://aa.com.tr/tr/spor/gures-olimpiyatlardan-cikarildi/275459

Ama İngilizlerin bulduğu Futbol
Amerikalılar'ın geliştirdiği Basketbol ise dünyanın en popüler sporları.
Evet bu dünya İngilizlerin mi? Yoksa WASP ingiliz kökenlilerin yönettiği Amerikalıların mı?
Kim karar veriyor böyle dünya çapında sporların olimpiyatlardan çıkarılmasına.