Fatih’in İstanbul’u Fethettiği Yaştasın


Fatih’in İstanbul’u Fethettiği Yaştasın

Fetih 1453, Kara Murat’larla; Battal Gazi’lerle; Malkoçoğulları ile büyüyen neslin çok yol kat ettiğini ispatlayan bir film. Bizim gariban, suda yüzen kılıçların; kolunda saatli akıncıların; dere geçerken atların renginin bile değiştiği (ki dere geçerken at değiştirilmez), Fatih’in fedailerinin filmlerine nazaran, efektleriyle dudak uçurtuyor. Benim sinemaya dair ilk yazımdır Kara Murat – Kara Korsan’a karşı, ilkokul bire mi gidiyordum o zaman, hala saklar annem. Büyük bir heyecanla ve zevkle izlemiştik o filmleri biz. Şimdi düşünüyorum da, bu günün Altın Palmiye, Altın Ayı alan sanatsal filmlerimizin yönetmenlerinin bile o filmleri izledikten sonra mahallede arkadaşlarıyla “kılınççılık” oynadıklarına eminim, çünkü hepimiz yaptık bunu…
Sonra o filmlerle alay etmek moda oldu, bunu hicveden ‘Kahpe Bizans’ filmi de sonu…
Bir nesil hamaset dolu bu filmlerden mahrum bırakıldı ya da bu boşluğu doldurmak için 1950’lerde çekilmiş “İstanbul’un Fethi” filmi orijinal müziğini yerine mehter takımının müziğiyle izlettirildi. Lakin her anlamda bu filmler çağın gerisinde kaldı. Uzun zaman geçse de artık destansı bir Fetih filmimizin olmasıyla gurur duyabiliriz.
Fetih 1453’te insanı duygulandıran birçok sahne mevcut, lakin bunlardan birine özellikle dikkat çekmek isterim. Türk sinemasında ilk “Babam ve Oğlum” da Osmanlı duruşuna sahip mağrur babanın oğlunu sevemediğine dair sahneleri çok manalı bulmuştuk. Fetih 1453’de de bu duygular işlenmiş. Hem de bu ‘Osmanlı’ mağrur duruşuna sahip baba bu sefer bir Osmanlı Padişahı…
Bu filmin, bir çok zaferimizin ve dramatik savaşımızın filmlerinin çekilmesi için de bir avangart yapım olacağını, sinemamızda savaş temalı filmler konusunda öncü olacağını düşünüyorum. Hem de ilk olarak şu lağımcıların hikayesinin anlatılmasını isterim. Vatan, millet için kendini toprağa gömen, kendi mezarlarını kazan insanların hikayesini.

Filme dair notlar:
  • Filmin sonunu söylemek gibi olmasın ama şükürler olsun İstanbul’u alıyoruz. Bi ara alamayacağız diye korktum cidden. Ne kadar zor kazanılmış bu topraklar değil mi?
  • İlber Ortaylı tarihte hamaseti sevmez, Bizans kelimesini ise hiç sevmez. Almanların uydurduğu bu kelimenin altında, Romalıların devamını kendileri olarak görmeleri yatıyor. Sözde, Roma İmparatorluğu’nun son şehri olan İstanbul’a da, Doğu Roma yerine Bizans diyerek bunu unutturabileceklerini düşünmüşler. Bu oyuna biz de gelmişiz.
  • Filmde sık işlenen bir tarihi gerçek var. Cenevizlilerin ve Venediklilerin tüm Haçlı Seferlerinde ticareti bırakıp asker taşımaları; bunun için savaş ganimetinden onlara para vaat edilmesi; lakin Haçlı seferlerinin başarısız olması; Papanın onlara suni bir Haçlı seferi düzenleyip İstanbul’u yağmalamalarına izin vermesi... Venedik’e gittiğimde San Marco Kilisesinin önündeki süslemelerin, büyük gümüş atların, altın işlemelerin Aya Sofya’ya ait olduğunu öğrendiğimde, ben bile kahrolmuştum…  
  • Roma, tarihin en uzun soluklu, köklü imparatorluğu ve buna son veren Fatih Sultan Mehmet. Böylece benim ismim ile müsemma, yedi ‘cihangir’ hükümdarından biri olacak Kanuni Sultan Süleyman’ın önünü açmış olması tabi ki bir Cinangir olarak beni daha da gururlandırdı.
  • Ulubatlı Hasan gayet Fatih’in fedaisi gibi; üstelik meslektaşımız Cüneyt Arkın abimizi de hiç aratmayacak bir oyunculukla; sinema tarihinin en fazla Roma Kralı’nı oynadığını iddia eden Kayhan Yıldızoğlu’nun da çok benzeri bir kişi oynuyor Constantine’i, Recep Aktuğ… Hazır oyunculuktan bahsediyorken, oyunculuklar hiç sırıtmadı, gayet başarılıydı.
  • Filmde hiç duymadık. En azından filmin jeneriği akarken mehter çalsaydı keşke… Şöyle sinemadan daha bir koltuklarımız kabarmış çıkardık. Üstelik Mehterin bu topraklarda birleştirici bir üst güzelliğinin olduğunu düşünüyorum. Nasıl herkes milli maçlarda, milli takımı tutuyorsa, bu ülkenin doğusundan batısına herkesin, Mehteri sevdiği aşikar…
  • Fatih’in Çandarlı’ya attığı “Yönetenin işi, halkın refahı” nutku ders niteliğindeydi.
  • Filmin eksileri, Ak Şemsettin daha güçlü ve gizemli bir karakter olarak çizilebilir, Nasrettin Hoca’dan biraz daha uzaklaştırılabilirdi, keza Ulubatlı ile Cenevizli komutan şövalye Giovanni’nin tipleri de tamamen farklı olabilirdi. Yakın dövüş sahnesinde kim kimi alt ediyor anlaşılamadı.

Hiç yorum yok: